Sanat
 Ressam www.ldemir.8m.net
 
www.ldemir.8m.net
 
 
 
               
             

SANAT

   

Sanat Akımları

  Sanat      
   

Renkler

       
               
 

SANAT

San'at (sınâ'at, çoğulu sanâyi ) kelimesi, Arapça "sana'a" fiilinden türemiştir. Sözlükte "mümârese ile yapılan iş, ustalık, bir maddeye zihinde tasavvur edilen şekil ve sûreti vermek, bir şeyi güzel ve hünerle yapmak" mânâlarına gelir. Umûmî mânâda, düşünülen bir şeyi vücûda getirmek için bilginin tatbîkine san'at denir. (Celâl Esad, San'at Kâmûsu, s. 33). Daha dar mânâda ise, güzel san'atlar, yâni zekâ, tecrübe, ilim, hüner ve aşk mahsûlü güzel iş ve güzel eserler hakkında kullanılır. Ekseriyâ san'at denince de bu sâhâ kasdolunur. San'at icrâ eden kimseye san'atkâr, usta veya mâhir adı verilir. Seyyid Şerif Cürcânî san'atı : "Rûha ait öyle bir melekedir ki, güzel hareketler, ve eserler ondan zorlanmadan, tabiî olarak zuhûra gelir. Amelin keyfiyeti ile alâkalı bir ilimdir" diye tarif eder. San'at bir melekedir, yani taklit ve tekrarlar netîcesi kazanılan, rûha ait bir mahâret ve hünerdir. İşte san'at, bu hüner ve kudretin mahsûlüdür. Bir başka ifâdeyle mârifetin amele tatbîkidir. Bu mârifet ruhtan tabiî olarak zorlanmadan fiil hâlinde gelir ; dinleyende ve görende hayranlık ve zevk uyandırır.

San'at, iç dünyâmızı ses, renk, çizgi ve şekil âhengi içinde madde plânına aksettiren, bizde hayranlık uyandıran eser ve hareketlerdir. Dînin, îman ve vecd gibi ulvî heyecanları, ahlâkî değerler, millî zevkler, beşerî ihtiras ve duygular, kat kat ruh dünyâmızı meydana getirir. San'at, işte bu zengin iç dünyâmızın aşk ve îman aydınlığında idrâkidir ki, derûnî bir hakîkati yaşatır ve öğretir. Dînî, millî ve beşerî bütün duygu ve fikirler, güzellikler san'atın mevzûuna girer. San'atkâr, içtimâî kıymetleri, dertleri, zevkleri, sevinci, nefsinde şiddetle yaşayan, şuûrunda yaşatan, duyan kimsedir ki fertler kendilerini san'atkârda bulurlar. İlim adamlarının tetkik ve araştırmaları gibi, san'atkârın bir eser vücûda getirmek konusundaki cehdi, gayreti de bir usul dâiresinde yapılan şuurlu bir faâliyettir. Şekil, renk ve sesle ifâde edilmek istenen rûhun ızdırapları, sürûru ve güzellikleridir. San'at ruh güzelliğinin madde plânında parlaması olduğuna göre, aslında san'at eserlerine hayranlığımız, şekle sokulan rûha ve fikredir.

San'at bir lisandır. Kökleri mâzide olan kahramanlıkların, örf, âdet , inanç, müşterek duygu ve düşüncelerin lisânıdır. San'at beynelmilel değer taşımakla berâber, bir san'at eserinden, daha çok aynı kültür ve aynı dîne mensup insanlar zevk alır. Bir müslümanın güzel sesli bir hâfızı dinlerken veyâ mehâbetli bir mâbed karşısında duyduğu mânevi sükûtu, bir başka îmâna sâhip kimsenin aynı derecede hissetmesi mümkün değildir. Çünkü san'at eserleri, içinde bulundukları kültür ve inanç çevrelerini tatmin edecek şekilde vücut bulur. Bu sebepledir ki, dünyâ medeniyeti târihinde, zaman ve mekâna göre, çeşitli usûl ve malzemeyle şekillenen pek çok dînî ve millî san'at vardır. Bu san'atlar târihî seyr içinde birbirlerine tesir etmekle berâber, her milletin kendi rûhunda içtimâî ve dînî zarûretlerine bağlı yeni bir şekil aldığı için, o milletin öz san'atı olmuştur.

Dünyâ tarihinde, milletlerin medenî seviyeleri, bıraktıkları san'at eserleriyle ölçülür. Çünkü bir devrin bütün maddî ve mânevî kültür değerleri en saf bir şekilde san'at eserlerinde bulunur. Ancak millî vasfı olan san'at eserlerinin tesîri bütün medenî dünyâyı sarar ve uluslararası bir değer kazanır.

Milletlerin hayâtı, kökleri mâzide olan san'atlarının canlı tutulması ve öğretilmesine bağlıdır. Bu sâyede millî varlıklarını devam ettirirler veyâ aksi halde târih sahnesinden silinirler.

SAN'ATIN GAYESİ

San'at, insan ve cemiyetle çok sıkı münâsebeti olan din ve ahlâk gibi içtimâî bir müessese ve canlı bir kültür dalıdır. Âlimin keşfinden ve eserinden daha geniş bir tesir sâhası vardır. Çünki san'at, fertlerin zekâsına hitap ettiği gibi, gönüllerine de hitap eder. Böylece millî şuûru ve dînî hayâtı daha  feyizli ve şevkli yaşamamıza vâsıta olur.

San'atkârın faâliyetlerine yön veren yetiştiği muhîtin örf, âdet, din ve kültür değerleridir. San'atkâr kendi çevresinde san'at unsurlarını ve malzemesini hazır bulur. Vazîfesi, bağlı bulunduğu ekole kendi hür yaratıcı gücünü de katarak bu malzemeyi ustalıkla kullanmaktır.

San'atkâr, içtimâî zarûretler, meyiller ve buhranlar karşısında kendi kültür dâiresinin san'at anlayışı içinde, klâsik formdan hiç fedakârlık etmeden, cemiyete iyi hisler ve fikirler telkin etmek gāyesiyle şuurlu bir faâliyet göstermelidir. Ancak san'atkârın an'anevî usûllere bağlı kalarak kendi san'at gücüyle meydâna getirdiği eserler millî, dinî ve asîldir. Aksi halde içtimâî dalgalanmalarla berâber, ferdlerin estetik anlayışına ve kültür seviyesine göre soysuz ve fânî, san'at eserleri meydana gelir ki, bunlarda müstakbel nesiller hiçbir mânâ bulamazlar. Öyle bir san'at eseri yaratmalıdır ki, yaşayan ve gelecek nesiller onda ruhlarını yoğuracak, şekillendirecek aşk, îman ve ideali bulmalıdır. Böyle ölümsüz eserler ise san'atkârın kendini aşıp, kendi millî ve dînî değerlerinden beslenmesiyle mümkündür.

San'atı Allah için, beşeriyetin tekâmülü için kullanmasını bilen Dede Efendi, Itrî, Mîmâr Sinan, Şeyh Gâlib, Şeyh Hamdullah, Râkım gibi büyük san'atkârların bu anlayışla büyük eserler verdikleri, asırlardır kitleleri dînî vecd içinde Allah'a yaklaştırdıkları muhakkaktır. Bugün bestelenmiş gibi hâlâ coşkuyla söylenen Tekbir, Salât, Allah'ı arayan rûhun ilâhî güzellik karşısında duyduğu hayranlığın ifâdesinden başka ne olabilir ? Bunlar bugün olduğu gibi yarın da ruhlara hayat ve sükûn verecektir. Ya şu önünde küçüldüğümüz, çoklukta birliği ifâde eden mehâbetli câmiler: Süleymâniye, Sultan Ahmet . . . bizi secdeye, bizi ümit dolu duâya dâvet etmiyorlar mı ? Yüzyıllar ötesinden Âşık Yûnus, hâlâ aramızda değil mi ? Her dost meclisinde onun şifâlı ellerini gâh mûsikî gâh şiir kalıpları içinde üstümüzde hissetmiyor muyuz ?

Eğerbir mü'minin kalbin kırarsan,Hakk'a eylediğin secde değildir,Hakk'ı arar isen, kalbinde ara;Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir.derken san'atının şâhikasında, şiirinin ipek kanatları mûsikînin kudretiyle birleşerek nice uyuyan canlara hayat iksîri, azgın nefislere îtidal ve sükûnet, Hak yolcularına rehber olmuyor mu ?

Görülüyor ki san'at, milletlerin hayâtında duygu ve düşünce birliği sağlayan önemli bir unsurdur. Mevlâna ve Yûnus Emre gibi dâhîler, ruhlarının serhatlerinden kopup gelen feryatları, zevkleri, güzellikleri beşer kulağına fısıldayarak kitleleri arkalarından sürüklemişler, dirliği ve düzeni bozulmuş cemiyetlerde tefekkür ve îman birliği sağlamışlardır.

İlim ve irfan seviyesi yüksek cemiyetlerde san'at zevki, asîl bir duygu olarak insanları rûhen tatmin eder, yüceltir. San'attan anlamak ve zevk almak, fertlerin sâhip oldukları din ve san'at terbiyesine, kültürlerine bağlıdır. Dîni, insan benliğini saran ulvî heyecanlar olarak kabul edersek, aşk, îman ve edep gibi derûnî hayâtın güzelliklerine, sırlarına ancak san'at yoluyla varabiliriz. San'atta bir medeniyetin rûhu gizlidir. Bir medeniyetin uzun bir tarihî tecrübeden sonra, en son elde edilen meyvesi san'attır. Bir cemiyetin ilk çöküş işâretleri de, san'at sâhasında başlar. San'atı yozlaştıran toplumlarda maddî ve manevî değerler yıkılır.

San'at iyi bir mürebbîdir. San'atın nefis ve irâde terbiyesindeki kudretini çok iyi bilen ecdâdımız, tahsil çağına gelen gençleri, kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak, onlara bir hayat disiplini kazandırmak için mûsikî ve hüsn-ü hat gibi san'atlarla meşgul ederlerdi. Daha küçük yaşta yazıya başlayan gençler, hocalarının dizi dibinde hem yazı öğrenirler hem de şahsiyetleri teşekkül ederdi. Çünki yazı tahsîli ile berâber sabır, devamlı çalışma, temizlik ve tertip gibi güzel hasletler de kazanılırdı. Bu sebepledir ki, Osmanlılar'da Enderun Mektebi, bilhassa daha geniş sâhada tekkeler, mûsikî, hat, tezhip, cilt gibi san'atların öğretildiği birer güzel san'atlar akademisi mevkiinde idi. Bu mânevî eğitim merkezlerinde fertler, cemiyete zararlı duygu ve düşüncelerden arındıktak sonra, okla yayın çekilişi ve sonra hedefine fırlatılışı gibi, cemiyete hediye edilir; her biri muhîtine huzur ve sükûn veren mânâ erleri olarak hizmette bulunurdu.

Hâsılı İslâm tasavvufu ile gelişip kıvâmını bulan san'atlarımız, fertlerin dînî vecîbelerini vecd ile îfâ etmelerine vesîle olur. Müşterek inanç ve kültüre bağlı insanlar arasında duygu ve düşünce birliği sağlayarak millî varlığın devamlılığını te'min eder; ruhlara sükûn, sefâ ve bekā hissi verir. Güzeli öğretir, bedîî zevkleri geliştirir. Dînî ve millî hayâtın kıymetlerini âleme yayarak dâimâ canlı tutar, rûhun madde üzerinde hâkimiyetini sağlar. Ferdî duyguların cemiyete zararlı kısımlarını tasfiye ederek nefis ve irâde terbiyesinde mühim rol oynar.

İNSAN ve GÜZELLİK

Güzelliği gören ve duyan bir varlık olarak dünyâya gelen insanoğlu, güzel sesler, güzel yüzler karşısında birdenbire heyecanlanır, rûhu titrer. Sanki onu daha evvel görmüş, tanıyormuş gibi hayranlık duyar. Elest Bezmi'ndeki hatıraları canlanır. Az çok her fânide bu hatırlama, bu özlem mevcuttur. Ancak herkes kendi talebi nisbetinde duyar ve anlar.

Güzel sesli bir san'atkârı veyâ usta bir neyzeni dinlerken elimizde olmayarak çıkardığımız ahlar, eninler, feryatlar, ummâna doğru çağlayan sular gibi, rûhun aslını arayışı, asıl vatanına duyduğu hasretin tezâhürüdür. Hicran derdi ile feryat eden ruhlar, yalnız mûsikî ile avunur, ferahlar. Tıpkı kabaran denizlerin, fırtına dinince sâkinleştiği gibi. Anne kucağında ağlayan çocuk, ninni nağmeleri ile uyur. Çölde develer de yüklerinin ağırlığını, sâhibinin söylediği mavallarla unuturlar.

Elbette dağların taşların kabul etmediği aşk emânetini yüklenen insanın, aslına dönünceye kadar, çilesi çok büyük olacaktır. Rûhun aslına doğru hareketi aşkın eseridir. Aşk, kalbin güzele doğru meylidir. Aşksız hakîkate ulaşmak, bu âlemde ilâhî sesler duymak mümkün değildir. Seyretmeye doyamadığımız mîmârî eserler,  minyatürler, tezhipler, hatlar: dinlemekten bıkmadığımız besteler, ilâhîler, şiirler, aşk ve îmânın beşeriyete hediyesinden başka ne olabilir ?  Yalnız fânî varlıklar önünde dökülen gözyaşları, ihtiraslar, ümitler, arzular bekā mülküne perde olur. Hayattan şikâyetler, ruh ızdırapları, hep hakîkati gizleyen nefsin eseridir. Ancak kendini hapseden bu perdeleri yırtarak sonsuzluğun kapsını açabilen ruh, eşyâda parlayan güzelliklerin asıl mânâlarını, ilâhî güzelliği temaşa eder. Sözü Niyâzi-i Mısrî'nin şu beyitiyle bağlayalım :Âlem anın Hüsnünün şerhinde olmuş bir kitâb,Metnin istersen Niyâzî sûret-i insâna bak.

ÂHENK

Antikite'den beri estetikçiler san'atta güzelliğin kaynağı, mâhiyeti ve boyutları hakkında çeşitli teoriler geliştirmişler ve güzelliği organik ve maddî güzellikler, renk, şekil, ses ve hareketlerin güzelliği; fikrî güzellikler ve mânevî güzellikler olmak üzere çeşitli sınıflara ayırmışlardır. Ayrıca güzelliği daha iyi anlamak ve açıklamak için güzelin lâtif, ulvî, hoş, mükemmel, faydalı, hakîkat, âhenk gibi diğer estetik değerlerle mukayesesi yapılmıştır. Netîce olarak güzelliğin bu değerlere karıştırılmaması görüşü savunulmuş ve "Güzel bize kendisinden beklediğimiz şeyleri veren değil, bizi her lahza, kendisine çeken, hayrete düşüren, rûhumuzu istîlâ eden, bizde ezelî hâtırâlar uyandıran şeydir. Estetik duygular ise, güzeli hatırlatan ve hazırlayan unsurlardır. Bu sebeple mâhiyeti bakımından bunlar güzelden farklıdır" diyerek, güzel idesiyle estetik unsurların farklı şeyler olduğu ifade edilmiştir.

Eflâtun, güzelliği mutlak ve izâfî olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre : "Gördüğümüz maddî güzellikler, dünyâya gelmeden önce ideler âleminde seyrettiğimiz âlî ve mükemmel güzelliklerin hâtıralarını canlandırır. Tabiat ve san'at eserlerinde bizim hayranlık duyduğumuz hal ve keyfiyete gelince, bunlar hayat, hareket, çeşitlilik ve âhenkten başka birşey değildir. Rûhun hayranlığını cezbeden şekil, renk ve ses güzelliğidir. Güzel bir objeyi görünce onu evvelden tanıyormuş gibi hayranlık duyarız. İşte bu hatırlamadır; yâni ezelî olan ideler âleminden ayrı düştükten sonra da onu silik ve zayıf bir sûrette hatırlayıştır. Eserden müessire yükselen biri için maddî güzellikler değil, rûhun güzelliği önemlidir."

Aristo ise güzeli nizam, tenasüp, âhenk, orantı, belirli hudut ve büyüklük gibi niteliklerin topluca uyumu olarak târif eder. Şu var ki estetikçiler arasında güzeli âhenk ve ifâde ile târif edenler çoğunluktadır. Bunlara göre "Âhenk ve ifâde bakımından mükemmel olan eser güzeldir. Âhenk zarûrîdir : fakat kâfi değildir. San'at eseri güzel duyuların, fikrin ve kalbin berâberce tatmin edildiği nisbette güzeldir" diyerek, güzelliği âhenkle açıklamıştır.

Ayrıca bâzı estetikçiler âhengi "Çoklukta birlik nizâmı, parçayla bütün arasında tam bir muvâzene, renk, ses veyâ şekiller arasında uygunluk" diye târif etmişlerdir. Bu târiflere göre san'at güzellik, güzellik de âhenktir. Âhenk ise parçaların bütün içinde nisbet ve dengesinden doğar. Bu armoni mûsikîde ritm ve seslerin, resimde renk ve çizgilerin, mîmârîde eserin bütünü içinde unsurların birlik ve uygunluğundan ibârettir.

 SANAT NEDİR?

    TANIMI ve BÖLÜMLER! : Sanat, gerçekten sözcüklerle sınırla­namıyacak kadar geniş boyutlu bir olaydır. Ne var ki, konu Sanat, Sanatçı ve Sanat eserleri gibi! dilImlere bölündüğünde daha somut bir görüntü kazanan bu estetik olayın genel bir tanımını bulmak da mümkün olsa, gerek. Kesin 'tanımlamanın zorluğuna karşın çeşitli estetler, a.şağıdaki ifadeler içinde sanatı tanımlamaya çalışmışlar­dır,- «Sanat, insanın duygu, 'düşünce ve heyecanlarına. ruhsal de­neyimlerine biçim vererek başkalarına anlatabilçabasıdır.- «Sanat, insanla nesnel gerçekler arasın,daki estetik ilişkidir­- «Sanat, boşa giden.bağlantılar yaratma çabası ve eylemidir.. - ..Sanat, sanatçının. kendisini anlatma çabasıdır..Bu anlatım ve yorumlann devamı biçiminde düşünerek örnek­leri çoğaltırsak, üıUÜ estetikçi KANT'a göre sanat bir «Oyun,. dur. O, sanatın kaynağı olarak «İş»i görür.Öteyandan, HEGEL ise sanatı, «Ruhun madde içindeki görünü­mü" olarak niteler.Kuşkusuz, . sanatın. tammı konusunda daha başka görüşler de sıralamak mümkündür. Nasıl tanımlarsak tanımlayalım, sanatın yalnızca insana özgü, yapay bir olgu, olay ,olduğudur. Yani sanatın, yalnızca insan tarafından yapılabilen bir iş oluşudur.Yukarıdanberi sıraladığımız görüşleri bir bütünlük içinde 'dü­şünürsek, tüm bu tanımlardaki ortak öz sanatçının anlatmak iste­diği olgu'yu, «Biçim Verıne» yöntemi ile gerçekleştirme çabasıdır. Yanisanatçı, hoşa giden bçığlantılar yaratma, duygu düşünce ve ruhsal deneylerini anlatmak veya yalnızca kendisini anlatmak, yo­rumlamak işini ancak «Biçim verme» yöntemi ile vurgulama çabasıgüder. Sanatı, oyun biçiminde, karşılıksız algılama olayı olar.ak ve­ya, «İş Yapma,. «Yaratma» biçiminde de nitelesek, tüm bu görüşle­rin ortak yanlan, sanatın bir «Biçim» ve «Öz»e bağlı olduğudur.Tanımlann içeriğinden de anlaşılabileceği gibi, sanatçılar sanat çabalannı sürdürürlerken, öncelikle maddeye, ses ve sözlere, ve de hareketlere biçim vermeye çalışırlar ki, bunun sonucunda da sana­tın uygulama alanları dediğimiz, sanatın bölümleri ortaya çıkar.Genelde,sanatı, kullamlan araçların özellikleri bakımından,

a) Plastik Sanatlar,

b) Fonetik Sanatlar,

c) Ritmik Sanatlar,

diye üç bölümde nitelemek mümkündür. Öteyandan, insan ve sanat ikilemi açısından baktığımızda, başka bir bölüm içinde ıncelenmesi gereken, sanat'ın doğuş öyküsü de, sıkı sıkıya insana özgü bir olay olarak görülür. Bu bakışla sanatı açıklayan teoriler incelendiğinde de karşımıza şöyle bir bilimsel tablo çıkmaktadır;     .FREUD sanatı «içgüdü» teorileriyle, K. BÜHER, «Ortaklaşa emek» teorisi ile, KANT ve SPENSER, «Oyun» «İş» teorileriyle yo­rumlamaya çalışırlar. Hemen ifade edelim ki, evet, Sanatın kaynağıaslında insandır. Ne var ki, .daha geniş kapsamlı olarak sanat, on­dan da öteye tüm sosyal ve estetik boyutlan ile «Toplumsal bir ol-. gudur, ve toplumun kendisinden kaynaklanır» dememiz halinde, sanatın toplumsal karakterini ve evrenSelliğini de gözden uzak tut­mamış oluruz.

    RESİM SANATININ DOĞUŞU

Resim sanatı, insanoğlunun tarihi kadar eskidir.Nerede bir insan topluluğu varsa, orada, maddi hayatın yanında ruhlarının ihtiyacı sanat da var olmuştur.Sanat ve yaratıcı fikirler, sezgiler, şuuraltının faaliyetleridir.

Ruhi bir değer olan sanat, varlığın özü, insan zekasının eseridir.Sanatın, insanResim sanatı, insanoğlunun tarihi kadar eskidir.Nerede bir insan topluluğu varsa, orada, maddi hayatın yanında ruhlarının ihtiyacı sanat da var olmuştur.Sanat ve yaratıcı fikirler, sezgiler, şuuraltının faaliyetleridir.

Ruhi bir değer olan sanat, varlığın özü, insan zekasının eseridir.Sanatın, insanın manada yaşama isteği ve içgüdünün bu yönlü itişi neticesinde doğduğu bir hakikattır.Resim ve heykele Yontmataş Devrinde, Paleolitik devrin sonuna doğru rastlanır.Büyük ve iri taşlar, itinalı bir form düzeniyle yapılmış, mabet ve anıtlar, yontma taştan balta ve silahlar, üzeri işlemeli kemikten yapılmış aletler, süs eşyaları , mamut dişinden yapılmış heykelcikler, mağara duvarına yapılmış renkli renksiz kaya resimleri,kayalar üzerine oyulmuş kazı resimleri, anıt taşlara işlenmiş alçak kabartmalar, o insanlığın mana alanını ve sosyal hayatlarını tanıtır. Bunlar resim ve heykel sanatının ilk örnekleridir.Tarihi kaynaklar, her sanattan önce resim sanatının doğduğunu belirtir.Bu mağara resimlerinin adsız sanatçıları, gördüklerini, safiyet ve samimiyetle çiziyorlardı.Bu resimlerdeki, ritmik çizgi, doğru form ve lekenin hafif modlesi, bize o günlerin sanatı hakkında hayretlerResim sanatı, insanoğlunun tarihi kadar eskidir.Nerede bir insan topluluğu varsa, orada, maddi hayatın yanında ruhlarının ihtiyacı sanat da var olmuştur.Sanat ve yaratıcı fikirler, sezgiler, şuuraltının faaliyetleridir.Ruhi bir değer olan sanat, varlığın özü, insan zekasının eseridir.Sanatın, insanın manada yaşama isteği ve içgüdünün bu yönlü itişi neticesinde doğduğu bir hakikattır.Resim ve heykele Yontmataş Devrinde, Paleolitik devrin sonuna doğru rastlanır.Büyük ve iri taşlar, itinalı bir form düzeniyle yapılmış, mabet ve anıtlar, yontma taştan balta ve silahlar, üzeri işlemeli kemikten yapılmış aletler, süs eşyaları , mamut dişinden yapılmış heykelcikler, mağara duvarına yapılmış renkli renksiz kaya resimleri,kayalar üzerine oyulmuş kazı resimleri, anıt taşlara işlenmiş alçak kabartmalar, o insanlığın mana alanını ve sosyal hayatlarını tanıtır. Bunlar resim ve heykel sanatının ilk örnekleridir.Tarihi kaynaklar, her sanattan önce resim sanatının doğduğunu belirtir.Bu mağara resimlerinin adsız sanatçıları, gördüklerini, safiyet ve samimiyetle çiziyorlardı.Bu resimlerdeki, ritmik çizgi, doğru form ve lekenin hafif modlesi, bize o günlerin sanatı hakkında hayretlerimize mucip olan espriyi tattırmaktadır.Resim sanatı her kesimde çeşitli değişimlere uğramıştır.Bu değişimler dönemlere göre ilerleme göstermiştir.Türk sanatı da bu dönemleri yaşamıştır.M.S. dokuzuncu yüzyıldan itibaren Türk hükümdarlarınınOrta ve Yakın Doğu bölgelerinde, Irak, Mısır, İran, Afganistan, Hindistan gibi ülkelerde egemen duruma geçmeleri Türk Resim Sanatına ait özelliklerin bu çerçevelerde etkin olmasına yol açmıştır.Bütün bu ülkelerin resim sanatında önemli bir Türk niteliğinin bulunduğundan da söz edilebilir.Ama İslam öncesi Orta Asya Türk resim kaynakları Çin, Hint ve İran etkileriyle karışmış olduğu için Resim sanatında etkin olabilen karakteristik Türk özelliklerinin belirgin bir biçimde açıklanması ve saf Türk öğesinin ortaya çıkarılması gerekir.Hepimize mucip olan espriyi tattırmaktadır.Resim sanatı her kesimde çeşitli değişimlere uğramıştır.Bu değişimler dönemlere göre ilerleme göstermiştir.Türk sanatı da bu dönemleri yaşamıştır.

    M.S. dokuzuncu yüzyıldan itibaren Türk hükümdarlarınınOrta ve Yakın Doğu bölgelerinde, Irak, Mısır, İran, Afganistan, Hindistan gibi ülkelerde egemen duruma geçmeleri Türk Resim Sanatına ait özelliklerin bu çerçevelerde etkin olmasına yol açmıştır.Bütün bu ülkelerin resim sanatında önemli bir Türk niteliğinin bulunduğundan da söz edilebilir.Ama İslam öncesi Orta Asya Türk resim kaynakları Çin, Hint ve İran etkileriyle karışmış olduğu için Resim sanatında etkin olabilen karakteristik Türk özelliklerinin belirgin bir biçimde açıklanması ve saf Türk öğesinin ortaya çıkarılması gerekir.ın manada yaşama isteği ve içgüdünün bu yönlü itişi neticesinde doğduğu bir hakikattır.Resim ve heykele Yontmataş Devrinde, Paleolitik devrin sonuna doğru rastlanır.Büyük ve iri taşlar, itinalı bir form düzeniyle yapılmış, mabet ve anıtlar, yontma taştan balta ve silahlar, üzeri işlemeli kemikten yapılmış aletler, süs eşyaları , mamut dişinden yapılmış heykelcikler, mağara duvarına yapılmış renkli renksiz kaya resimleri,kayalar üzerine oyulmuş kazı resimleri, anıt taşlara işlenmiş alçak kabartmalar, o insanlığın mana alanını ve sosyal hayatlarını tanıtır. Bunlar resim ve heykel sanatının ilk örnekleridir.Tarihi kaynaklar, her sanattan önce resim sanatının doğduğunu belirtir.Bu mağara resimlerinin adsız sanatçıları, gördüklerini, Resim sanatı, insanoğlunun tarihi kadar eskidir.Nerede bir insan topluluğu varsa, orada, maddi hayatın yanında ruhlarının ihtiyacı sanat da var olmuştur.Sanat ve yaratıcı fikirler, sezgiler, şuuraltının faaliyetleridir.Ruhi bir değer olan sanat, varlığın özü, insan zekasının eseridir.Sanatın, insanın manada yaşama isteği ve içgüdünün bu yönlü itişi neticesinde doğduğu bir hakikattır.Resim ve heykele Yontmataş Devrinde, Paleolitik devrin sonuna doğru rastlanır.Büyük ve iri taşlar, itinalı bir form düzeniyle yapılmış, mabet ve anıtlar, yontma taştan balta ve silahlar, üzeri işlemeli kemikten yapılmış aletler, süs eşyaları , mamut dişinden yapılmış heykelcikler, mağara duvarına yapılmış renkli renksiz kaya resimleri,kayalar üzerine oyulmuş kazı resimleri, anıt taşlara işlenmiş alçak kabartmalar, o insanlığın mana alanını ve sosyal hayatlarını tanıtır. Bunlar resim ve heykel sanatının ilk örnekleridir.Tarihi kaynaklar, her sanattan önce resim sanatının doğduğunu belirtir.Bu mağara resimlerinin adsız sanatçıları, gördüklerini, safiyet ve samimiyetle çiziyorlardı.Bu resimlerdeki, ritmik çizgi, doğru form ve lekenin hafif modlesi, bize o günlerin sanatı hakkında hayretlerimize mucip olan espriyi tattırmaktadır.Resim sanatı her kesimde çeşitli değişimlere uğramıştır.Bu değişimler dönemlere göre ilerleme göstermiştir.Türk sanatı da bu dönemleri yaşamıştır.M.S. dokuzuncu yüzyıldan itibaren Türk hükümdarlarınınOrta ve Yakın Doğu bölgelerinde, Irak, Mısır, İran, Afganistan, Hindistan gibi ülkelerde egemen duruma geçmeleri Türk Resim Sanatına ait özelliklerin bu çerçevelerde etkin olmasına yol açmıştır.Bütün bu ülkelerin resim sanatında önemli bir Türk niteliğinin bulunduğundan da söz edilebilir.Ama İslam öncesi Orta Asya Türk resim kaynakları Çin, Hint ve İran etkileriyle karışmış olduğu için Resim sanatında etkin olabilen karakteristik Türk özelliklerinin belirgin bir biçimde açıklanması ve saf Türk öğesinin ortaya çıkarılması gerekir.Safiyet ve samimiyetle çiziyorlardı.Bu resimlerdeki, ritmik çizgi, doğru form ve lekenin hafif modlesi, bize o günlerin sanatı hakkında hayretlerimize mucip olan espriyi tattırmaktadır.Resim sanatı her kesimde çeşitli değişimlere uğramıştır.Bu değişimler dönemlere göre ilerleme göstermiştir.Türk sanatı da bu dönemleri yaşamıştır.M.S. dokuzuncu yüzyıldan itibaren Türk hükümdarlarınınOrta ve Yakın Doğu bölgelerinde, Irak, Mısır, İran, Afganistan, Hindistan gibi ülkelerde egemen duruma geçmeleri Türk Resim Sanatına ait özelliklerin bu çerçevelerde etkin olmasına yol açmıştır.Bütün bu ülkelerin resim sanatında önemli bir Türk niteliğinin bulunduğundan da söz edilebilir.Ama İslam öncesi Orta Asya Türk resim kaynakları Çin, Hint ve İran etkileriyle karışmış olduğu için Resim sanatında etkin olabilen karakteristik Türk özelliklerinin belirgin bir biçimde açıklanması ve saf Türk öğesinin ortaya çıkarılması gerekir.

EĞİTİM

TANıMI ve ANLAMI: Çeşitli anlayışlar açısından, çok değişik biçimlerde tanımlanması mümkün olan Eğitim, ilişkileri nedeniyle her ders içinde de a_ ayn fakat aynı içerik çerçevesinde tanımla­nage1miştir. Aslında toplumsal bir olgu, insan ve topluma özgü birsüreç alarak düşünüldüğünde eğitim, gene çağlar boyu, çeşitli ül­kelerin . çeşitli pedagoklarınca, aym içerikte fakat ayn deyişler ala­rak tammlanmıştır. Bu tanımlardan bazılan şöyledir:

-         «Eğitim, yetileri hep birden ve uyumlu olarak geliştirmektir,.(STEİN)

-         «Eğitim, çocuğu insan haline getirmek sanatıdır.,.(ÇiÇERON)

-         «Eğitim, doğaya göre insan yetiştirmektir., J. ROUSSEAU)

-          «Eğitim, bedene ve .ruha, yetenekli olduğu güzelliği vermek­tir. (EFLATUN)

             Eğitim, yetişmiş nesiller tarafından, henüz sosyal hayatiçin olgun hale gelmemiş bulunan nesiller üzerinde yapılan her çeşitten etkidir.,. (EMİL DURKHOİM)Çeşitli düşünürlerin kendi yaşadıkları çağlarınn koşullarına ba,ğ­lı kalarak 'Ortaya koyduklan bu tanımlarda 'Ortak öge, bireyin, kişi­nin, yaşam'a, etkin biçimde uyumunu sağlayan etkinlikler bütünü­nün,' eğitim 'Olduğudur. Doğaldır ki, bu etki veya etkinliğin amacı, çacukta birtakım beden, fikir, ahlak v.b. gibi eğitimsel gelişm_ ve değişimleri içine almaktadır.Konunun başında da değinildiği gibi" eğitimi, insan canlısının istenilen amaca uygun biçimde geliştirilmesi, işlenm_si şeklinde dü­şünürsek, bu çabanın rastgele yapılamıyacağı, insan ve insan top­lumu için eğitimin mutlaka bilinçli ve amaçlı yapılmasımn gereği kendiliğinden 'Ortaya çıkar. Öteki canlılardan ayncalığı bulunan in­san yavrusunun belli davranışlan kazanabilmesi .için yapılan plan­lı ve bilinçli çalışmanın adına, yukandaki tanımlar cümlesinden ola­rak «EĞİTİM,. dememiz yeterli bir ifade sayılmalıdır. Bilindigi gibi, insan varlığının 'Ortaya çıkışından buyana onun eğitimi, önce aile­nin, sonra okulların, ülke eğitimcilerinin sorunu alarak günümüze kadar sürüp gelmiştir. Dağaldır ki bu 'Olgu, insanlığın yaşamı bo­yunca sürüp gidecektir de. Birey veya çocuk, tek başına kendisini eğitemiyeceğine göre, bireyin, belli uyaranlar karşısında nasıl davranış göstereceğini, na­sıl tavır alacağını ona öğretecek bir yetkili kişinin veya kurumun zorunluluğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Yani aile, öğret­men ve okul kavramları da eğitimin önemli diğer unsurları alarak bu süreç içinde belirginleşmektedirler.Çocuk gelişimini, doğuştan sonraki aşamalar içinde incelersek çocuk, kendi varlığını devam ettirecek davranışlarının önemli bir kısmını okul öncesi devrede öğrenir. Bundan sonra okul evresinin başladığını düşünürsek, bireyeğitiminde etkili' ve organize bir ku­rum olan okul'un: önemi, insan ve toplum yaşamındaki yeri ve vaz­geçilmezliği, kendiliğinden ortaya çıkar.

 SANAT EĞİTİMİ

 Ünlü sanat tarihçisi Herbert Read'e göre sanatın en basit ve kullanılan tanımı, hoşa giden biçimler yaratma çabasıdır. Bu biçimler bizim güzellik duygumuzu okşar ve güzellik duygumuzu okşayan da duygularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliği ve ahengidir. Yine Read "sanat" sözcüğünün daha çok "plastik" veya "görsel" sanatlara bağlandığını, ancak edebiyat ve musiki sanatlarını da içine alan tüm sanatları kapsayan geniş bir tanım olarak ele alın­ması gerektiğini savunur (Read, 1960: 21 - 22). Sanat bir anlatım aracıdır; dil ifade için nasıl mürekkep, kağıt, baskı makinası vb. kullanıyorsa sanat da kendi malzemesiyle birçok mesajlar taşır. Başlıca sanat faaliyetlerinin hepsi de bize birşeyler anlatmaya çabalar. Evrenselolan şeyler, insan veya sanatın ken­disi hakkında başka şeyler anlatır. Sanat aynı zamanda bir bilgi tarzıdır ve sanat dünyası, bilim ya da felsefe dünyasındaki bilgiler kadar değerli, insana yararlı bilgilerdir. Onu, öteki bilgi tarzlarıyla paralel tuttuğumuzda durum budur, fakat insanın çevresini anlamasında bu bilginin- insanlık tarihinde tuttuğu yer ötekilere göre bambaşkadır (Read, 1981: 8).Bütün sanatları ve bu sanatların birbiriyle ilişkisini düşünsel boyutta, sanatçı, izleyici, toplum, kültür ve eğitim bağlamında inceleyen kuramsal çalış­malara "Güzel Sanatlar Eğitimi" denir. Görsel sanatlar, resim, heykel, mimarlık, grafik sanatlar, endüstri tasarımı, uygulamalı sanatlar, sinematografi, fotografi, tekstil, moda tasarımı, seramik, bilgisayar sanatı gibi geniş bir alanı kapsar. Bu dalların tümüyle ilgili olarak okul öncesinden yüksek öğrenime kadar her aşa­madaki sanat eğitimi ve öğretimiyle ilgili kuramsal ve uygulamalı çalışmalara "Görsel Sanatlar Eğitimi" ya da yalnız "Sanat Eğitimi" diyebiliriz. Müzik, ede­biyat, bale, tiyatro, opera gibi sanat dalları ile ilgili eğitim ve öğretim, müzik eğitimi, bale eğitimi diye tanımlanablir (Kırışoğlu, 1991: 7). Dar anlamda sanat eğitimi okullardaki Resim- derslerini tanımlar. Yetişkin eğitiminden çok, yetişmekte olanların genel eğitim süreci içinde ele alınır (San, 1983: 19). Oysa ki sanat eğitimi tanımı okullarımızda çocukların kendilerini farklı şekillerde ifade edebilecekleri ifade tarzlarının tümünü karşılamalıdır (resim, müzik, drama, tiyatro). Yine okullarımızda tüm bu derslerin içerikleri ve işleyişleri amaca uygun bir şekilde yürütülebilmelidir. Ilköğretim ve ortaöğretimde okutu­lan resim dersleri incelendiğinde, dersin amacını karşılayamayan ismi dahil çözülmesi gereken bir çok konular vardır (resim derslerinde grafik, heykel, seramik, tekstil sanat dallarını da içine alan çalışmalar yaptırılmaktadır. Resim dersi ismi uygulanan içeriği tam anlamıyla karşılayamamaktadır). Resim ders­lerinde ders saatleri, program içerikleri, resim öğretmeni, atölye, malzeme gibi hala çözümlenememiş önemli problemler yaşanmaktadır. Özellikle ilköğretim i. kademede resim dersleri branş öğretmenleri tarafından okutulmamaktadır. Burada sanat eğitiminin önemi ve gerekliliği bir kez daha vurgulanmaya çalışılarak bu problemlerin çözümünün ne kadar önemli olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.  

Etkili bir sanat eğitimi etkinliği, yeterli programlar geliştirilmesi kadar onu uygulayacak olan öğretmenlerin, sanat eğitimcilerinin gerekli bilgi ve anlayış ile donatılmış olmalarına bağlıdır. Yararlı bir sanat eğitimi programı geliştirecek olanın, sağlam bir sanat felsefesi bilgisinden hareket etmesi zorunludur. Öğretmenin ise böyle bilgilere sahip olmasından çok öncelikle sanat etkinliğinin yararına inanması, böyle bir anlayışı geliştirmiş olması gerekir (San, 1977: 145'den Conrad). Bu düşünceden hareketle bu kitapta, sınıf öğretmenlerine sanat eğitiminin öğrenciler üzerindeki etkisi, önemi ve gerekliliği ortaya koyuI­niaya çalışılacaktır. Resim derslerinde faydalanabilecekleri birtakım bilgi, teknik ve konuları bulabilecekleri bir kaynak olarak yardımlarına sunulacaktır. Kitap ayrıca üniversitelerde Ilköğretim Bölümü Sınıf Öğretmenliği Anabilim Dalı öğrencileri ile Resim- Eğitimi Anabilim Dalı öğrencilerinin eğitim-öğretim sürecinde ve bu öğrencilerin meslek yaşantılarında, resim derslerinde uygu­latabilecekleri yöntem ve teknikler konusunda yol gösterici olabilecektir.

 SANAT EĞiTiMiNiN ÖNEMi VE GEREKLİLİĞİ

 Sanat eğitimi, insanın genel eğitimi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Yaygın biçimde düşünüldüğü gibi, sanat eğitimi yalnızca yeteneklilerin eğitimi için bir "lüks" değil, herkes için gerekli bir kişilik eğitimidir. Burada sanat eğiti­minden amaçlanan, sanatçı yetiştirmeye yönelik eğitim değil, bireyin sanat yoluyla eğitimi, yani bireyin estetik eğitimidir. insanın yaratıcı güçlerini ortaya çıkarmasına yardımcı olacak şartları hazırlayan ve bireyin kişilik kazanmasını amaçlayan bir etkinliktir (Gençaydın, 1990: 44). Suut Kemal Yetkin: "Sanat eğitimi bir çeşit ahlak eğitimidir" (Yetkin, 1962: 61) diyerek, insanın yetişmesinde, kişiliğinin olumlu yönde gelişebilmesinde sanat eğitiminin ne denli önemli olduğunu ifade eder.

Sanat eğitimi, çocuğun geniş anlamda gelişmesini içeren en güvenilir ortamdır. Çünkü o, bu ortamda kendi temposu paralelinde, doğal eğilimlerini uygular, kendi deneyimlerini kullanır. Eğitimin her kademesinde çalışmalar bu doğal eğilimin paralelinde olmalıdır. Çağımızın atom çağı olduğu unutulma­malıdır. Teknoloji günlük yaşamımızı bile etkisi altına almıştır. Bu nedenle de algı ve anlatım olanakları da artmış bulunmaktadır. Bilimde ve sanatta yaratıcılık eşit değerde kabul edilmektedir. Deneme olanağı veren sanat eğitimine, dış ülkeler programlarında geniş yer vermekte, şaşırtıcı deneyler ve araştırmalar yaptırmaktadırlar (Gökaydın, 1990: 3). Sanat eğitiminin en önem­li amaçlarından biri görmeyi, işitmeyi, dokunmayı, tat almayı öğretmektedir. Çevresini hakkıyla algılayıp onu biçimlendirmeye yönelmek için gerekli ilk şart­tır. Yalnızca bakmak değil "görmek", yalnızca duymak değil "işitmek", yalnızca

ellerle yoklamak degiı, "dokunulanı duymak" yaratıcılık için gerekli ilk aşa­malardır (San, 1985: 17). Sanat egitimi yoluyla, çocuk ile çevresi, özellikle kültürel çevresi arasındaki etkileşim ve iletişim daha güçlü ve anlaşılır olacak­tır. Çagdaş sanat egitimi, temelde sanatsal etkinlikler yoluyla bireylerin ve toplumun içinde yaşadıkları çevreye duyarlı olmalarını saglamaya, çevresi ile yararlı bir etkileşim içine girebilmelerine, estetik ihtiyaçlarını karşılamaya, ürün ortaya koyabilme ve yorumlama güdülerini doyurmaya, yaşantılarını daha anlamlı hale getirebilmelerine imkan vermeye yönelik düşüncededir.

Sanata ilişkin en önemli özellik anlatımdır. Kişinin çok özel iç dünyası, imgeleri, düşünüleri ve duyguları sanat ile görselleşir. Bu çok özel dünyanın dışa aktarılması, bir başka deyişle anlatımı, başkalarının anlatımının anlaşıl­ması, insan için bir ihtiyaçtır. Hangi sanat formu olursa olsun yaratma eylemi anlatılmak isteneni izleyiciye iletme amacını güder. Bu aynı zamanda üretilen aracıııgı ile bazı şeylerin paylaşılmak istenmesidir. Sanatsal anlatımı, onun özel dilini kullanmayı ögrenen kişi aynı zamanda bu dil yardımıyla geçmiş ve çagdaş sanat eserlerine yargısıyla ulaşabilir. Sanatın insana kazandırdıgı bu niteliksel zenginlik, degerlerle düşünme gücü her incelemede biraz daha gelişir. Buna görsel duyarlılık ya da görselokur yazarlık denilebilir (Kırışoglu. 1991: 55). Sanat egitimi çocugun çok yönlü düşünmesini saglamayı, yalnızca kendi bildikleri ve sevdiklerinin güzelliginin yetersiz oldugunu ögretmeyi amaçlar. "Sanatın kişiye kazandırdıgı bir başka boyut yaratıcı eylemin yine degeri kendinden kaynaklanan mutluluk duygusudur. Bu hazzı aynı zamanda yaratmanın bir güdüsü olarak çocuklara tattırmak sanat egitiminin bir başka amacıdır" (Kırışoglu, 1991: 57-58). Çocukların yaptıkları çalışmaların hazzını duyabilmeleri, bir sonraki çalışmaya daha istekli başlamaları ortaya koydukları çalışmaların onlarda uyandırdıgı mutluluk duygusundandır.

Sanat egitimi yaratıcı bir süreç olarak çocugu özgür düşünmeye, özgür çalışmaya yaneltmeye çalışır. Üreten, seçen, begenen, kendini ifade edebilen çocuk içinde yaşadıgı toplumun bir üyesi, geleceginin temsilcisidir.Çagdaş sanat egitimi, temelde sanatsal etkinlik ve etkileşimler yoluyla bireylerin ve toplumun içinde yaşadıkları çevreye ve ortama olabildigince duyarlı olmalarını saglamaya, söz konusu çevre ve ortamla çok yönlü, kap­samlı ve yararlı bir etkileşim içine girebilmelerine, estetik gereksinimlerini karşılamaya, begenilerini geliştirmeye, yaratma ve yorumlama güdülerini doyurmaya, kendilerini sanatsal alanlarda da gerçekleştirmelerini, yaşamlarını daha anlamlı duruma getirme yolunda sanattan en iyi biçimde yararlanmalarını mümkün kılmaya yöneliktir (Türkiye'de Güzel Sanatlar Egitimini Geliştirme Özelihtisas Komisyonu Raporu, 1991).Sanat egitimi çocugun kendini özgürce ifade edebildigi bir ortamdır. Çocugun kişiliginin gelişmesinde, kendine güvenmesinde önemli roloynar. Atölye derslerinde paylaşma, sorumluluk, düzen, malzemeyi kullanma konu­larında bilinçımıir. Sanat egitimi, özgür, barışçı. insancıl, yaratıcı, toplumu ile bütünleşmiş, değişen şartlara göre kendini yenileyebilen, geleceğin izlerini yansıtan çocukların yetişmesi için vazgeçilmez bir dünyadır. Sanat eğitimi çocuklara, kültür, sanat ve tarih değerlerini kazandırırken aynı zamanda onların özgürce yaratıcı düşünce güçlerini ortaya koyabilecekleri bir süreç olmalıdır.

Teknoloji ve makina devrini yaşadığımız çağımızda belki tüm çağlardan daha fazla estetik bir eğitime "Sanat Eğitimine" ihtiyaç duyuyoruz. Endüstri çağı bize yeni bir düşünme sistemini öğretir. çağ dışı kalmamak için, bireylerin topluma karşı sorumluluk duyan, toplumdan gücünü alan, oluşturucu ve yapıcı düşünmeyi benimsemeleri gerekir. Yoksa endüstri çağını, yalnız teknik bir olgu gibi görür, çağdaş bir düşünme sistemi kurulamazsa, ülkede, insanca çağdaş bir yaşam yaşanılamayacağı gibi, taklitten öte de gidilemez (Telli, 1990:6). Bilim ve teknikte yoğun gelişmelerin yaşandığı, teknolojinin günlük hayatımıza girdiği günümüzde çocuklarımızın ruhsal açıdan dengeli, paylaşımcı yetişe­bilmeleri için sanat eğitimi vazgeçilmezdir. Yaşadığımız çevredeki bilinçsiz betonlaşma, gelişme adına yaşanan düzensiz ve zevksiz oluşumlar ancak sanat eğitimi derslerinde kazandırılacak estetik çevre bilinci ile güzelliklere dönüştürülebilir. Sanat eğitimi çocuklarımıza önce kendisine, sonra çevresine saygı duymayı öğretir.

Resim-iş Dersinin Genel Amaçları

1- Türk Milli Eğitiminin amaçları doğrultusunda güzel sanatlarla ilgili bil­gileri kazandırabilme.

2- Sanatı görsel bir iletişim formu olarak kullanmada ve değerlendirmede güven ve yeterlilik kazanmaları için öğrencilerin görsel okur-yazarlığını    sağlayabilme.

3- Sanatsal yaratıcılığı geliştirebilme.

4- Her alanda kullanılabilecek yaratıcı davranışlar geliştirebilme.

5- Düşünceleri gerçekleştirebilmek ve sanat eserlerini üretebilmek amacıyla bireysel anlayış ve teknik yeteneklerini geliştirebilme.

6- Estetik duyguların geliştirilmesi yoluyla sanat ve tasarımla ilgili olarak bilinçli estetik hükümler vermelerini sağlayabilme.

7 - Özgün düşünme, üretme ve deneme kapasitelerini geliştirebilme.

8- Düzensizliklerden rahatsız olmasını ve çevresini güzelleştirmesini sağlayacak estetik kişilik kazandırabilme.

9- Sanat yoluyla ifade imkanı vererek ruh sağlığına yardımcı olabilme.

10- Öğrencilerin kendilerini ispatlamalarına ve kendilerini bulmalarına im­kan tanıyabilme.

11- Öğrencilerin hayatları boyunca sanat yapan üreticiler veya sanatı bilinçli izleyen tüketiciler olarak içinde yaşadıkları kültüre katkılarını sağlaya­bilme.

12- Bireysel veya grup çalışmalarında sorumluluk ve işbirliği, dayanışma anlayışını, birbirleri arasında sevgi, saygı ve yardımlaşma gibi duygu ve davranışları geliştirebilme.

13- Sanatın özgünlük olduğunu ve hayata olan katkısını kavrayabilme. 14- Sanatsal yaratma hazzını duymasını ve sanatçıyı takdir etmesini sağ­layabilme.

15- Biçimsel anlatımla ilgili teknik bilgi ve beceriler kazandırabilme.

16- Tasarıma yönelik hayal gücünü geliştirebilme.

17- Tarihi ören yerlerini, anıtları, müzeleri, sanat galerilerini, atölyelerinve tasarım stüdyolarını tanıyarak kültür ve tabiat varlıklarına sahip çıkabilme (TC. M.E.B. ilköğretim Genel Müdürlüğü,2000 : 169).

Yaratıcılık nedir?

Yaratıcılık insanlık tarihi kadar eski ot[nasına karşın, özellikle son beşyüzyılda hemen yalnız güzel sanatlar alanına ilişkin bir olgu olarak benimsenmiş, çoğunlukla bir "deha" ya da tanrısal ve olağanüstü güçlerle açıklanmaya çalışılarak, mistik bir çerçeve içinde değerlendirilmiştir. Oysa ki yaratıcılık yal­nız sanatsal süreçlerde ya da sanat eğitimi ve öğretimine ilişkin etkinliklerde rol oynayan bir yeti olmayıp, insan yaşamının ve insanlığın evriminin tüm yön­lerinde yer alan temel bir yetenektir (San, 1985: 9). Pek çok düşünür ve araştır­macı yaratıcılığı tanımlamıştır. Torrance'a göre yaratıcılık "Problemlerin veya bilgideki boşluğun farkına varma, fikirler veya varsayımlar kurma, bu varsayım­ları deneme ve değiştirme ve sonuçları ortaya koymalıdır. Yine Torrance yaratıcılığı, bilinmeyen alana başarılı bir adım atma, saplanılmış olan yoldan ayrılma, kalıpları kırma, tecrübeye, önem verme, bir şeyin başka bir şeye yol açması, fırsat verme, fikirleri yeniden birleştirme veya fikirler arasında bağlan­tılar kurma olarak da tanımlamıştır (Torrance, Bilimsel Araştırmalar ışığı Altında Yaratıcılık). Sungur yaratıcılığı: "Sorunlara, bozukluklara, bilgi eksikliğine, kayıp ögelere, uyumsuzluğa karşı duyarlı olma; güçlüğü tanımlama, çözüm arama, tahminlerde bulunma ya da eksikliklere ilişkin denenceler geliştirme, bu denenceleri değiştirme ya da yeniden sınama, daha sonra da sonucu ortaya koyma" olarak tanımlamaktadır (Sungur, 1992: 20).

    Yaratıcılık bilim ve teknikten sanata, ekonomiye hayatımızın her alanında ortaya ürün koyulabilecek bir olgudur ve normal zeka seviyesine sahip her insan ortaya yaratıcı bir ürün koyabilir. Yaratıcı süreçte sezgi, hayal gücü, de­neme, yanılma, araştırma, bulma, kalıplardan kurtulma, yeniden kurma gibi bir takım yeti ve nitelikler roloynar. Yaratıcı süreçte merak gibi bir çıkış, özgünlük gibi bir sonuç yer alır. Hangi alanda olursa olsun ortaya koyulan ürünün daha önce hiç yapılmamış, özgün olması gerekir. Merak, algılanan bir yeniliği araştır­ma ve herhangi bir şey hakkında bilgi aramadır. Ünlü bilim adamı Einstein son derece alçak gönüllü bir yaklaşımla "Biliyorum ki hiçbir olağanüstü yeteneğim yoktur. Merak, çaba, direnme, bir dolu da özeleştiri bana özgün düşüncelerimi getiren özelliklerimdir" diyerek merak duygusunun yaratıcılık üzerindeki öne­mini vurgular (Sungur, 1992: 95). Çocukların da özellikle yaratıcılığın çıkış nok­tası olan merak, araştırma yapma duyguları köreltilmemeli, yaratıcı düşünce güçlerini geliştiren yaklaşımlar, bilgi birikimleri, ortamlar eğitim sistemi içerisinde onlara sunulmalıdır.